Sena, yaşadığı trajik olayla yalnızca kendi hayatını değil; kadınların toplumda maruz kaldığı şiddeti de gözler önüne seriyor. "Benim adım kadın cinayeti olarak anılmasın!" diyen Sena, bu çağrısıyla toplumu harekete geçirmeyi hedefliyor. Kadın cinayetlerinin birer istatistik olmaktan öte, her birinin ardında bir yaşam hikayesinin yattığını fark edelim. Bu yazıda Sena’nın hikayesi üzerinden kadın cinayetlerine ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dikkat çekeceğiz.
Sena, 28 yaşında genç bir kadın. Geçtiğimiz günlerde yaşadığı bir saldırı, hayatının akışını tamamen değiştirdi. Arkadaşları ve ailesi aracılığıyla sosyal medyada yaşadığı olayı paylaşarak, sadece kendi sesini değil; benzer durumlardaki birçok kadının sesini duyurmayı hedefliyor. "Beni hasta ruhlu bir erkeğin hedefi olarak görmeyin," diyen Sena, yaşadığı travmayı üzerinden atmaya çalışıyor. Olay sonrası herkesin bildiği bir kadın cinayeti vakasına dönüşmek istemediğinin altını çiziyor.
Bununla birlikte, kadın cinayetleri ve şiddet olaylarının oldukça yaygın olduğu ülkemizde, bu durum sadece bir bireyin hikayesi değil; toplumsal bir sorunun da yansıması. Sena’nın yaşadığı olay, bu konudaki duyarsızlığın ve şiddetin normalleşmesinin sorgulanması gerektiğini ortaya koyuyor. Kadınların maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik şiddet, ne yazık ki sisteme entegre olmuş bir gerçeklik. Sena’nın cesurca yaptığı bu çağrı, yalnızca kendisi için değil; tüm kadınlar için bir farkındalık hareketi niteliği taşıyor.
Kadın cinayetleri, aslında her birimizin yakından tanıdığı, okuduğu ve belki de duyduğu birer vaka olarak öne çıkıyor. Ancak bu olayların arkasında yatan sorunları çözmek, sadece yasaların çıkarılmasıyla mümkün olmayacaktır. Toplum olarak bu sorunlarla yüzleşmek ve kadınların haklarını savunmak hepimizin görevi olmalı. Sena, yaşadığı korkunç deneyimin ardından yaşadığı duygusal çalkantıları ve toplumun bu konudaki kayıtsızlığını dile getirerek, sadece kendi hikayesini değil; toplumda var olan adaletsizlikleri de sergiliyor.
Toplumda kadınların uğradığı şiddetin cinsiyet eşitsizliğinden beslenen bir yapı olduğunun unutulmaması gerekiyor. Kadınlar, kendilerini korumak için alanı daralmış hissediyor ve seslerini duyurmanın her geçen gün daha da zorlaştığını düşünüyor. Sena’nın bu konudaki cesareti, aslında birçok kadının hissettiği kaygının ve korkunun dışavurumu. Duyarsızlaşan bir toplumda, Sena’nın sorduğu bu sorular; "Neden ben?" ve "Neden hala bu kadar sessiziz?" toplumun her kesiminin sorgulaması gereken sorulardır.
İşin ciddiyeti, sadece bir sesin yükselmesiyle değil; birlikte hareket edilmesiyle daha da artabilir. Kadınların hayatları üzerinde söz sahibi olmaları için harekete geçmeyi bıraktıkları her an, bu sorunların daha da derinleşmesine neden olacaktır. Sena, yaşadığı olayla sadece kendisi için değil; tüm kadınlar için bir umut ışığı olmaya çalışıyor. Her gün daha fazla kadın, bir başka kadının mücadelesi üzerinde durmalı ve destek olmalıdır.
Bu bağlamda, devlet kurumları, sivil toplum kuruluşları ve bireyler olarak harekete geçmek gerekir. Kadın cinayetleri ve şiddete karşı bilinç artırma kampanyaları, eğitim programları, sosyal medya platformları aracılığıyla başlatılan farkındalık hareketleri, bu tartışmayı besleyebilir. Sena gibi kadınların anlattığı hikayeler ise, yalnızca birer yaşanmışlık değil; aynı zamanda yeni bir mücadele için ilham kaynağıdır.
Sonuç olarak, Sena'nın çağrısı toplumda büyük bir yankı bulabilir. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum!" diyerek başlattığı bu farkındalık kampanyası, tam da bu aşamada atılan en önemli adımlardan biri. Herkesin bu olaya duyarsız kalmaması için dikkat çekmesi gereken pek çok yön var. Unutmayalım ki; kadın cinayetleri, sadece haber değeri taşıyan istatistiklerden ibaret değildir. Her bir kaybedilen can, ardında koca bir yaşam, bir hikaye ve sevdiklerini bırakarak bu dünyadan kopmuştur. Bunu değiştirmek ise hepimizin elinde.