Günümüzde doğal afetler, insanların hayatında birçok yerde büyük değişiklikler yaratmakta. Geçtiğimiz günlerde bir üniversite yemekhanesinde meydana gelen deprem, hepimizi derinden etkileyen anların yaşanmasına neden oldu. Bu olayda dikkat çeken bir detay, genç bir kızın depremin ortasında yemeğini bırakmadan durmasıydı. Hem ilginç hem de düşündürücü olan bu durum, yemeğin önemini ve insanların karşılaştığı zorlukları farklı bir perspektiften ele alıyor.
21 Ekim 2023 tarihinde üniversite yemekhanesinde, sabah saat 10:15'te meydana gelen deprem, aniden paniğe yol açtı. Öğrenciler, yemeklerini yedikleri sırada büyük bir sarsıntı hissettiler. O an herkesin yüzünde korku ve endişe vardı. Bazı öğrenciler yerlerinden fırladı, bazıları ise bayılarak yere düştü. Hızla dışarıya yönelen kalabalığın ortasında, genç bir kız gözleri büyüyerek yemeğini bırakmadan uygun bir alan arayışına girdi. Arkadaşları şaşkın bir şekilde onu izlerken, bu durumun üzerinde konuşulacak bir hikaye olacağı belliydi.
Olayın ardından görülen bu sahne, sosyal medya aracılığıyla hızla yayıldı. Genç kızın yemek masasında sıkı sıkıya hold ettiği çiğ köfte kasesi, bir yandan ona nasıl yabancı bir dünyada yaşadığımızı, diğer yandan ise bazı insanların hayatlarındaki küçük tutkulara ne denli bağlı olduklarını hatırlattı. Yemek yeme eyleminin, yalnızca bedensel bir ihtiyaç değil, duygusal bir dayanışma biçimi olduğunu gözler önüne seriyordu.
Psikologlar, yemek yemenin sadece fiziksel bir ihtiyaç olmadığını, aynı zamanda sosyal ve ruhsal durumla sıkı bir bağlantısı olduğunu belirtiyor. Bir grup insan bir arada yemek yerken, sadece karnı doyurmak için değil, aynı zamanda sosyalleşmek ve bağ kurmak için bir araya gelir. Yemek anı, duygusal olarak pek çok şeyi ifade edebilmek için bir fırsat sunar. Bu olayda da genç kız, depremin korkusunu yaşamayı tercih ederken, bir yandan çiğ köfte kasesini de yanına almayı seçti. Bu da onun için, hayatın ne kadar zorlayıcı olursa olsun, sevdiklerine karşı bağlılığını simgeliyordu.
Bir doğa olayının insanların hayatında ne kadar büyük değişikliklere neden olabileceğini unutmamak gerekir. Deprem anında yaşamlarına devam eden, ayakta kalan ve hayatta kalma içgüdüsünü gösteren insanlar, aslında bu basit olaylarla birbirine bağlanmakta. Yemek yeme eylemi bile bir bağ olarak karşımıza çıkabilir. Kim bilir, belki de o genç kız, çiğ köfteyi bir rahatsızlık ya da belirsizlik anında kendini teselli yöntemi olarak kullanıyordu.
Birçok kişi için yemek yermek, ailesiyle veya arkadaşlarıyla paylaştığı anıları hatırlatır. Bu yüzden yemek anı, bir kişiye değil, birçok insana etki eder. Deprem anında yaşanan korkunç panik ve kaos içinde bile, küçük bir anne yemeği ya da dostça paylaşılan bir tat aslında her zaman arka planda durarak hayatın ne kadar değerli olduğunu hatırlatabilir. Kısacası, genç kızın hikayesi yalnızca bir yemek anı değildi; aynı zamanda tüm zorlukların üstesinden gelebilmek için bir dayanışma ve bağlılık hikayesiydi.
Sonuç olarak, olay sonrası ortaya çıkan durum, sosyal medyada birçok kullanıcı tarafından paylaşıldı ve “Yemek bırakılmaz, yaşamak için savaşılır” şeklinde yorumlar aldı. Herkes bir kenara çekilip durumu değerlendirmeye çalışırken, genç kızın yemeğini bırakmamış olması, onun için hayatta kalma arzusunun bir sembolüydü. Böylece, yemek yemenin ve onun etrafında örülen sosyal bağların, sadece fiziksel bir gereksinim olmadığını bir kez daha vurgulamış olduk.
Sonuç olarak, bu anı herkes için farklı bir deneyim sundu. Depremin getirdiği karmaşanın ortasında dahi, insanın içgüdüsel bağlılıkları ve tercihleri bize hayatın gerçek değerlerini hatırlatmaya devam ediyor. Bu tür olaylar, çoğu zaman gündelik hayatımızın sıradan detaylarında barındırdığı derin anlamları keşfetmemize yardımcı oluyor. Tıpkı o gün yemekhanede yaşananlar gibi... Yemek ve insanlar arasındaki ilişki, zamansız bir anlatım dili sunarak, her daim sürüp gidecek bir hikaye.